Soru Soran Adam ''SOKRATES ''
Soru Soran Adam SOKRATES
Atina'da 2400 yıl kadar önce bir adam, çok soru sorduğu için ölüme mahkûm edildi. Ondan
önce de filozoflar vardı, ama felsefe Sokrates'le birlikte şahlandı. Felsefenin koruyucu bir
azizi varsa, o olsa olsa Sokrates'tir.
Uzun burunlu, tombul, pasaklı ve bir parça tuhaf Sokrates, kalıplara uymayan bir adamdı.
Görünüşü çirkindi, ender yıkanırdı ama muazzam bir karizmaya ve parlak bir zihne sahipti.
Atina'daki herkes, onun gibi birinin olmadığı, muhtemelen böyle birinin bir daha dünyaya
gelmeyeceği konusunda hemfikirdi. Nevi şahsına münhasırdı, ama aynı zamanda çok da sinir
bozucuydu. Kendini insanı tatsız biçimde ısıran yapışkan bir at sineği olarak görüyordu.
Onlar rahatsız edicidir, ama ciddi bir zarar vermezler. Gerçi Atina'da herkes aynı görüşte
değildi. Sevenleri de vardı, tehlikeli bir etkisi olduğunu düşünenler de.
Gençliğinde Peloponez savaşında Spartalılara ve müttefiklerine karşı savaşan cesur bir
askerdi. Orta yaşlarında pazar yerinde dolaşır, zaman zaman insanları durdurup onlara
olmadık sorular sorardı. Yaptığı şey buydu aşağı yukarı. Ne var ki sorduğu sorular jilet gibi
keskindi. Basit görünüyorlardı, ama öyle değillerdi.
Bunun bir örneği, Euthydemos'la diyaloguydu. Sokrates ona, aldatmanın ahlaksızlık
sayılıp sayılamayacağını sorar. "Elbette sayılır,” diye cevap verir Euthydemos. Apaçık ortada
olduğunu düşünür. Sokrates ona şöyle sorar: Ya bir arkadaşın kendini çok kötü hissediyorsa
ve kendini öldürebilecekse, sen de onun bıçağını çalarsan? Bu da aldatmak olmaz mı?
Şüphesiz ki olur. Fakat böyle yapmak ahlaksızca değil de ahlaki değil midir? Her ne kadar
aldatıcı bir edim olsa da kötü değil iyi bir şeydir. Eli kolu bağlanan Euthydemos, "evet” der.
Zekice bir karşı örnek kullanan Sokrates, Euthydemos'un aldatıcı olanın ahlaksızca olduğu
yönündeki genel yorumunun her durumda geçerli olmadığını göstermişti. Euthydemos bunu
ilk kez fark ediyordu.
Sokrates pazarda karşılaştığı insanların bildiklerini düşündükleri şeyi gerçekten
bilmediklerini tekrar tekrar kanıtlamıştır. Bir ordu komutanı, "cesaret"le kastedilenin ne
olduğunu bildiğinden kesinlikle emin olarak konuşmaya başlar, fakat Sokrates'in yanında
geçirdiği yirmi dakikadan sonra tamamen kafası karışır. Bu oldukça sersemletici bir deneyim
olmalıdır. Sokrates insanların gerçekte anladığı şeyin sınırlarını açığa çıkarmayı ve
yaşamlarının temeli yaptıkları varsayımları sorgulamayı seviyordu. Herkesin ne kadar da az
bildiğini fark etmesiyle son bulan diyalog, onun için bir başarıydı. Bir şeyi anlamadığın halde
anladığını düşünmeye devam etmekten çok daha iyiydi.
O zamanlar Atina'da, zengin ailelerin oğulları eğitim almak üzere Sofistlere gönderilirdi.
Sofistler öğrencilerini hitabet sanatında eğiten zeki hocalardı. Bunun için onlara yüksek
ücretler ödenirdi. Onların aksine Sokrates hizmetleri için ücret almazdı. Aslında hiçbir şey
bilmediğini iddia ederdi; dolayısıyla ne öğretebilirdi ki? Bu, öğrencileri ona gitmekten ve
diyaloglarını dinlemekten alıkoymasa da onu Sofistlerin gözünde pek de sevilen biri yapmadı.
Bir gün arkadaşı Khairephon, Delphi'deki Apollon kâhinine gitti. Kâhin bilge, yaşlı bir
kadın, ziyaretçilerin sorularını cevaplayan bir
Apollon rahibesiydi. Cevapları genellikle bulmaca biçimindeydi. "Sokrates'ten daha bilge
var mı?" diye sordu Khairephon. Cevap "hayır" oldu, "Sokrates'ten daha bilge kimse yok."
Khairephon bunu söylediğinde, Sokrates önce ona inanmadı. Gerçekten de şaşırmıştı. "Bu
kadar az şey bilirken, Atina'daki en bilge kişi nasıl olabilirim?" diye hayret etti. Kendisinden
daha bilge biri olup olmadığını görmek için yıllarını insanlara soru sormaya adadı. En
sonunda kâhinin ne demek istediğini anladı ve haklı olduğunu fark etti. Çoğu insan yaptıkları
çeşitli şeylerde iyiydi, marangoz marangozlukta iyiydi, askerler savaşmayı biliyorlardı. Ama
hiçbiri hakiki anlamda bilge değildi. Ne hakkında konuştuklarını gerçekte bilmiyorlardı.
"Filozof" sözcüğü "bilgelik sevgisi" anlamına gelen Yunanca sözcüklerden meydana gelir.
Bu kitabın izini sürdüğü Batı felsefesi geleneği, Doğu'dan gelen düşüncelerden de
etkilenerek, eski Yunanlardan dünyanın geniş bir kısmına yayıldı. Değer verdiği bilgelik türü,
argümana, akıl yürütmeye ve sorular sormaya dayanır, önemli biri doğru dedi diye bir şeye
inanmaya değil. Sokrates için bilgelik, çok şey bilmek ya da bir şeyi nasıl yapacağını bilmek
değildi. Bilgelikle neyi bilebileceğimizin sınırlarını da içererek, varoluşumuzun gerçek
doğasını anlamayı kastediyordu. Günümüzde filozoflar az çok Sokrates'in yapmış olduğu şeyi
yapıyorlar:
Zor sorular sormak, sebeplere ve kanıtlara bakmak, gerçekliğin doğası ve nasıl yaşamamız
gerektiğiyle ilgili olarak kendimize sorabildiğimiz en önemli sorulardan bazılarını
cevaplamaya çabalamak. Ancak Sokrates'ten farklı olarak modern filozoflar neredeyse iki bin
beş yüz yıllık felsefi düşünce birikiminden yararlanırlar. Bu kitap, Sokrates'le başlayan
olduğu Batı düşünce geleneğinde yazılar yazmış bazı ana düşünürlerin fikirlerini inceliyor.
Sokrates'i böyle bilge kılan şey, durmaksızın soru sorması ve düşüncelerini tartışmaya
daima istekli olmasıdır. Yaşamın ancak ne yaptığınızı düşünürseniz yaşanmaya değer
olduğunu söylemişti. Sorgulanmamış bir varoluş koyunlara uygundur, insanlara değil.
Sokrates bir filozof için alışılmadık biçimde bir şeyler yazmayı reddetti. Ona göre
konuşmak yazmaktan daha iyiydi. Yazılı sözcükler insana karşılık vermez; onları
anlamadığınızda açıklama yapamazlardı. Sokrates yüz yüze konuşmanın çok daha iyi
olduğuna inanıyordu. Konuşma sırasında konuştuğumuz kişinin nasıl biri olduğunu hesaba
katabilir; mesajın yerini bulması için söyleyeceklerimizi buna göre uyarlayabiliriz. Sokrates
yazmayı reddettiği için bu büyük insanın inandığı ve tartıştığı düşüncelerin çoğunu en parlak
öğrencisi Platon'un eserleri yoluyla öğreniriz. Platon, Sokrates ile soru sorduğu insanlar
arasındaki bir dizi diyalogu kaleme almıştır. Bunlar Platon Diyalogları olarak bilinir ve büyük
felsefe eserleri olduğu kadar büyük edebiyat eserleridir, bazı açılardan Platon zamanının
Shakespeare'iydi. Bu diyalogları okurken, Sokrates'in nasıl biri olduğu, zeki ve insanı çileden
çıkartan kişiliği hakkında bir fikir ediniriz.
Aslında bu o kadar da basit değildir, çünkü Platon'un Sokrates'in gerçekten söylediği bir
şeyi mi yazdığını yoksa "Sokrates" diye adlandırdığı karakterin ağzından kendi düşüncelerini
mi aktardığını her zaman ayırt edemeyiz.
Çoğu insan, dünyanın göründüğü gibi olmadığı düşüncesinin Sokrates'e değil de Platon'a
ait olduğuna inanır. Görünüş ile gerçeklik arasında önemli bir fark vardır. Pek çoğumuz
görünüşle gerçekliği karıştırırız. Anladığımızı düşünürüz, fakat anlamayız. Platon dünyanın
gerçekte nasıl olduğunu yalnızca filozofların anladığını düşünür. Filozof duyularına
dayanarak değil de düşünmeyle gerçekliğin doğasını keşfederler.
Bu fikri anlatmak için Platon bir mağarayı betimler. Bu hayali mağarada, yüzleri duvara
dönük, zincirlerle bağlı insanlar vardır. Önlerinde, gerçek şeyler olduğuna inandıkları titreşen
gölgeleri görebilirler. Gördükleri gerçek değil, arkalarında yanan bir ateşin önünde duran
nesnelerin meydana getirdiği gölgelerdir. Bu insanlar tüm yaşamlarını, duvara yansıyan
gölgelerin gerçek dünya olduğunu düşünerek geçirirler. Sonrasında içlerinden biri zincirlerini
kırar ve ateşe doğru döner. Gözleri ilkin bulanıktır, ama sonra nerede olduğunu görmeye
başlar. Mağaradan sendeleyerek çıkar ve nihayet güneşe bakabilir. Mağaraya geri
döndüğünde, dışarıdaki dünya hakkında söylediklerine kimse inanmaz. Zincirlerini kıran kişi
bir filozof gibidir. Görünüşlerin ötesini görür. Sıradan bir insan gerçeklik hakkında az bir
fikre sahiptir, çünkü onu derinlemesine düşünmektense, hemen önünde duran şeye
bakmaktan hoşnuttur. Ne var ki görünüşler aldatıcıdır. Gördükleri gölgelerdir, gerçeklik değil.
Bu mağara hikâyesi, Platon'un Formlar Teorisi olarak bilinegelen şeyle bağlantılıdır. Bunu
anlamanın en kolay yolu bir örnek aracılığıyladır. Yaşamınız boyunca gördüğünüz bütün
daireleri düşünün. Bunlardan herhangi biri mükemmel bir daire miydi? Hayır. Hiçbiri
tamamen kusursuz değildi. Kusursuz bir dairenin çevresindeki her nokta merkezdeki
noktadan tamı tamına aynı uzaklıktadır. Gerçek daireler bu koşula asla tam olarak uymaz.
Öte yandan, "kusursuz daire" sözcüklerini kullandığımda ne demek istediğimi anlamıştınız. O
kusursuz daire nedir peki? Platon kusursuz daire düşüncesinin bir daire Formu olduğunu
söylerdi. Dairenin ne olduğunu anlamak istersek, daire Formuna odaklanmamız
gerekmektedir; hepsi de bir açıdan kusurlu olan görsel duyularımız yoluyla
deneyimleyebildiğimiz ya da çizdiğimiz gerçek dairelere değil. Benzer şekilde Platon, iyiliğin
ne olduğunu anlamak istiyorsak, onun tanık olduğumuz tikel örneklerine değil, iyilik
Formuna yoğunlaşmamız gerektiğini düşünmüştür. Filozoflar bu soyut yoldan Formlar
hakkında düşünmeye en uygun insanlardır; sıradan insanlar dünya tarafından yanlış
yönlendirilirler, çünkü onu duyular aracılığıyla kavrarlar.
Filozoflar gerçeklik üzerine düşünmede iyi oldukları için Platon onların sorumlu olmaları
ve politik gücün tamamını ellerinde bulundurmaları gerektiğine inanmıştır. En ünlü eseri
olan Devlet'te, hayali bir mükemmel toplum betimledi. Filozoflar en tepede olacak, özel bir
eğitim alacaklardı; buna karşılık yönettikleri yurttaşlar uğruna kendi zevklerini bir yana
bırakacaklardı. Onların altında, ülkeyi korumak üzere eğitilmiş askerler, onların da altında
çalışan kesim olacaktı. Bu üç grubun mükemmel bir denge içinde olacağını düşünüyordu
Platon; akılcı kısmının duyguları ve arzuları kontrol altında tuttuğu dengeli bir zihin gibi. Ne
yazık ki onun toplum modeli son derece anti-demokratikti ve insanları yalanların ve gücün
birleşimiyle kontrol altında tutuyordu. Platon çoğu sanatı, gerçekliği yanlış temsil ettikleri
gerekçesiyle yasaklardı. Ressam görünüşleri resmeder, fakat görünüşler Formlar hakkında
aldatıcıdır. Platon'un ideal devletinde yaşamın her yönü, yukarıdan sıkı kontrol altında
olacaktır. Bugün bizim totaliter devlet olarak adlandıracağımız şeydir bu. Platon insanların oy
vermesine izin vermenin, yolcuların geminin dümeninde olmasına izin vermekten farksız
olduğunu düşünmüştür —dizginleri, ne yaptıklarını bilen insanlara vermek çok daha iyiydi.
Beşinci yüzyıl Atina'sı Platon'un Devlet'te hayal ettiği toplumdan oldukça farklıydı. Bir tür
demokrasiydi ama nüfusun yalnızca yüzde onu oy kullanabiliyordu. Sözgelimi kadınlar ve
köleler otomatik olarak dışlanıyordu. Ama yurttaşlar yasa önünde eşitti ve herkesin siyasi
kararları etkilemekte eşit şansı olmasını garantiye alan kapsamlı bir seçim sistemi vardı.
Atinalılar genel olarak Sokrates'e Platon kadar yüksek değer veriyorlardı. Tam tersine, pek
çok Atinalı Sokrates'in tehlikeli olduğu, kasıtlı olarak hükümete zarar verdiği
düşüncesindeydi. İ.Ö. 399'da, Sokrates 70 yaşındayken, bu Atinalılardan biri olan Meletos
onu mahkemeye verdi. Sokrates'in Atina tanrılarını ihmal ettiğini, onların yerine yeni tanrılar
koyduğunu iddia ediyordu. Atina'nın gençlerini yoldan çıkardığı, onları otoriteye karşı
gelmeleri için teşvik ettiğini de söylüyordu. Her ikisi de çok ciddi suçlamalardı. Ne derece
doğru olduklarını bilmek bugün için güçtür. Sokrates öğrencilerini devletin dinine uymamaya
teşvik etmiş olabilirdi gerçekten de. Atina demokrasisiyle alay etmekten keyif aldığını
gösteren bazı kanıtlar yok değildir. Bu onun karakteriyle de tutarlı olurdu. Kesin olan tek şey
vardı: Pek çok Atinalı onun cezalandırılması gerektiğine inanıyordu.
Suçlu olup olmadığına dair oylama yaptılar. Büyük jüriyi oluşturan 501 yurttaşın
yarısından biraz fazlası onu suçlu bularak ölüme mahkûm etti. İstese onları ikna ederek
muhtemelen ölümden kurtulabilirdi. Böyle yapmak yerine, atsineği olarak ününe toz
kondurmamak istercesine, yanlış bir şey yapmadığını ve Atinalıların onu cezalandırmak
yerine ömrü boyunca bedava yemekle ödüllendirmeleri gerektiğini söyleyerek onları daha da
kızdırdı. Bu pek de hoş karşılanmadı.
Bedeni yavaş yavaş felç eden bir bitki olan baldırandan yapılan zehri içmeye zorlanarak
idam edildi. Sokrates karısı ve üç oğluyla vedalaştı, sonra öğrencilerini etrafına topladı.
Cevaplaması zor sorular sormadan, sessiz sedasız yaşamaya devam etmek gibi bir seçeneği
olsa bile bunu kabul etmektense ölmeyi yeğlerdi. Her şeyi sorgulamayı sürdürmesini
söyleyen bir iç sese sahipti ve ona ihanet edemezdi. Sonra bardaktaki zehri içti. Kısa bir süre
sonra öldü.
Sokrates, Platon'un diyaloglarında yaşamaya devam eder. Durmaksızın soru soran,
şeylerin gerçekte nasıl olduklarını düşünmeyi bırakmaktansa ölmeyi tercih eden bu inatçı
adam, o zamandan beri filozoflar için ilham kaynağı olmuştur.
Sokrates'in birincil etkisi etrafındakiler üzerindeydi. Hocasının ölümünün ardından
Platon, Sokrates'in ilkelerine bağlı kalarak felsefe öğretmeye devam etti. Gelmiş geçmiş en
etkileyici öğrencisi ise, ikisinden de çok farklı türde bir düşünür olan Aristoteles'ti.
OKUDUĞUM KİTAP KAYNAK:
FELSEFE'NİN KISA TARİHİ ,NIGEL WARBURTON
ALFA YAYINLARI